27 Ocak 2010 Çarşamba

ÖTEKİ DENEYİMİ OLARAK EDEBİYAT


Sanatsal bir etkinlik olarak edebiyat, ben ve öteki arasında bir geçişim sistemi şeklinde tanımlanabilir. Bu sistem, bir metinde sembolik bir devinim sergileyen ötekide barınan bir olasılık üzerinden kendini var eder. Bu süreçte, bir okur olarak ben, edebi etkinliği koşullandıran, bu etkinliği karşılayan, anlamlandıran, yazma eylemini edebiyata ve yazı yazan kişiyi yazara dönüştüren bir etken olarak ortaya çıkar. Ben, öteki üzerinden metne yansır ve okuma eylemiyle bu yansımayı keşfetmeye çalışan bir okura dönüşür.

Yazma etkinliğinde devreye giren ilk unsur, söylem-dışı alanda bulunan içeriktir. İçerik yazıyı önceller ve yazı bu içeriğe yönelik bir temsiliyet sistemi olarak ortaya çıkar. Yazar bir iletim etkeni olarak devreye girer ve bu sisteme işlerlik kazandırır. Yazarın söylem-dışı olarak bulunan içeriğe verdiği tepkiler bağlamında yazı denilen ürün oluşur; bu süreçte yazar, söz konusu içeriği spekülatif düzlemde yorumlayıp kendi düşünce aynası üzerinden yansıtarak söylem alanına taşır.

Yazar ortaya çıkan yazı kadarıyla vardır; ve yorum alanı bu varlığa dahildir. Bu açıdan bakıldığında, yazıyı var eden içeriğin niteliği yazarı “şekillendirir” yani içeriğe karşı verdiği tepkiler onun yazarlığını belirler. Yazarlık niteliği, onun bedeninde provoke edilen tepkilerle kendini var eden yazının söylem-dışı olarak bulunan içeriği temsil etme düzeyi ve biçimiyle doğru orantılıdır. Ancak, henüz okurun olmadığı bu edebiyat-öncesi evrede yazı, kendi üzerine dönen bir etkinliktir; dolayısıyla burada edebiyattan ziyade, salt bir yazma eylemi söz konusudur. Ve okurun devreye girmesiyle, yani yazar ve okur ikilisinin kaçınılmaz karşılaşmasıyladır ki, yazma eylemi edebiyata dönüşür. O halde, böyle bir dönüşüm için, gerçek ya da gizil bir okurun varlığı kaçınılmazdır. Okurun varolma biçimiyse, onun, bir metinde kendini okuma isteği veya beklentisiyle belirlenir.

Edebiyat bir ötekilik deneyimidir. Ben, oluşturulan metinler aracılığıyla kendi potansiyelini okur. Bu gizil okuma sembolik bir öteki ya da ötekiler üzerinden gerçekleşir. Zira birer olasılık olarak bütün ötekiler, gizil olarak benin bedeninde yer ederler; ben bütün ötekileri kendi içinde taşır. Bu durumda öteki, ben için yalnızca bir olasılık haline gelir. Olası bütün eylemler onun bedeninde gizil olarak kodlanmıştır. Edebiyat, bu gizilliğin okurun gözünde sembolik olarak gerçekliğe dönüştüğü alandır.

Okurun ilişkilendiği her bir edebi metinde, öteki olgusal bir varlık olarak mevcuttur. Bu açıdan bakıldığında, her edebiyat metni gizil olarak belirli bir beni yani şu veya bu okuru temsil etme olasılığını içinde barındırır. Kişiyi bir okur haline getiren şey, onun bu olasılığı yakalama beklentisidir. Okur, niteliği ne olursa olsun beklediği karşılığı bulabildiği yani tatmin olduğu ölçüde metinle özdeşleşir; aksi durumda, aradığını bulamayan okur tatminsizliğini ilan eder ve metinden uzaklaşır. Okurun beklentisinin yanında ve ona karşılık olarak, yazar da öteki üzerinden okura yönelir; kurgusal olarak oluşturduğu sembolik yapı aracılığıyla gizil bir okura seslenir. Beklenti ve yönelim birbiriyle örtüştüğündeyse, kendini okuma gerçekleşir.

Okur bir metinde kendi izini farklı şekillerde sürebilir. Bunu yaparken, doğrudan doğruya kendi gerçekliğini veya gerçeksiliğini okuyabilir ya da öteki üzerinden kendini bir olasılık olarak sunabilir. Okuma deneyimi içerisinde birbirinden farklı kimliklerle yaşar, kılıktan kılığa girer ve kendisine en uygun giysiyi bulana dek metnin içinde dolaşır durur: Okurun potansiyeli onun olmak istediği şeydir aynı zamanda. Fakat okurun metinde kendini okuma biçimi sadece duygu, düşünce ya da genel olarak kişilik düzeyinde özdeşleşme veya benzeşmeyle sınırlı değildir. Onaylamadığı bir karakter ya da bir olay üzerinden de kendini keşfedebilir. Bir kişilik ya da bir durumla kendi gerçekliği arasında oluşan karşıtlık, kendi kişisel tutumunun bir yönü olarak ortaya çıkabilir. Böylelikle okur, sembolik olarak inşa edilen bir öteki üzerinden, yokluk kipinde kendi potansiyel-olmayışına tanıklık eder. Bu onun olamayacağı kişiliktir. Okur, yaptığı her bir olumsuzlamada ayrı bir kendi-olmayışı deneyimler. Bunun yanında okur, geliştirdiği yansız bir tutumla, her seferinde ayrı bir öteki-oluşu gözlemler ve böylelikle ötekiye dair yorum alanı genişler.

Bunun da ötesinde, olgusal olarak öteki, açık veya gizil bir biçimde beni karşılayan bir öteki-kişi ile sınırlı değildir. Okuma eylemi, ötekiyi dolayımlayan bir nesneye, bir olgu ya da olaya yönelebilir. Ancak, bu dolayımın art alanında kristalleşen bir ben şu veya bu şekilde söz konusu olduğundan, bu gerçekleşme biçimi de ben-ve-öteki şeklindeki temsiliyet alanına dahildir. Dolayısıyla okur, şu veya bu şekilde, bu temsiliyet alanında kodlanan beni çekip çıkarma olanağını elinde bulundurur.

Hiç kuşkusuz, bir metnin içeriği okurun temel yönelmişliğini oluşturur. Bununla birlikte, okur bu içeriğe belirli bir üslup üzerinden ulaşır. Yazarın üslubu okurun doğrudan doğruya kendini ya da bir öteki olarak kendi potansiyelini okuma biçimini belirler. Güzel ve etkileyici bir anlatım, okurun kendini okuma beklentisine karşılık ararken elde ettiği tatmini estetize eder. Bu etki okurun kendi beğeni dağarcığını şekillendirmesine katkıda bulunur, ki bu da yine onun potansiyelidir. Böylelikle, içeriğin yanında, oluşturulan metin salt bir sanatsal ürün olarak da okur için değer kazanır. Okur kendi-olmayışa tanıklık ederken ya da salt öteki-oluşu gözlemlerken de aynı durum geçerlidir. Sonuç olarak okur, yaşadığı deneyim ister olumlayıcı ister olumsuzlayıcı düzeyde olsun, ötekiye dair sembolik bir sunum üzerinden kendi sempati dünyasında yeni boyutlar keşfeder ya da bunu geliştirme olanağına sahip olur.