19 Ekim 2010 Salı

KARANLIK THOMAS üzerine




Dil ve edebiyatı merkeze alan sorgulamalar Maurice Blanchot’nun ayrıksı dünyasına uzanan yolu inşa eden en önemli araçlardır. Blanchot Karanlık Thomas’da bu ayrıksı dünyanın en yetkin örneğini sunar. Henüz 1932 yılında yazılmaya başlanan ve uzun yıllar sonra tamamlanan bu eser, edebiyatın ve bir yönüyle felsefenin doruk noktasını oluşturur.

Suyu görmekle başlıyor her şey, suyu görme biçimiyle. Kazanılmış konvansiyonellerle örülü bir evrenin ötesinde, su ateşten farksızdır. Thomas’yı karanlık yapan şey, devasa bir bütün oluşturan su molekülleriyle ilişkilenme biçimidir. Blanchot’nun art arda sıraladığı sözcüklerle kendini bu akışkan yığının içinde bulur Thomas. Fakat o, denizde olmaktan başka her yerdedir. Blanchot’nun dille kurduğu ilişki, Thomas’da yeni bir evren tasavvuru olarak ortaya çıkar. Böyle bir evrende Thomas, sabit bir noktada sonsuzluğa uzanan bir devinimsizlik halindedir; ya da aynı anlama gelmek üzere, sıfırdan başlayarak oluşturulmuş bir bilinç düzeyinde, her an her yerde, bir insanın yapabileceği her şeyi yapmaktadır.

Thomas yeni bir insandır; ya da kendi evreninde insanlığın ilk temsilcisi olarak varolmaktadır. Onun sınırsız olasılıklar içeren gücü de buradan gelir. Denizde yüzerken ıssız bir çöldeymiş gibi hareket edebilir ya da aniden bir ormanda bulabilir kendini. Bunun nedeni gerçekte ne denizde ne de ıssız bir çölde olmasıdır; varolduğu yer onun dilsel boyuttaki evren algısına göre biçimlenir. Aynı şekilde, katatonik bir beden halinde bulunurken her şeyi yapabilmesi de kendi dünyasının olanakları dahilindedir. Ona bu yeteneği veren şey, yerleşik eylem anlayışı açısından bakıldığında, hiçbir şey yapmıyor olmasıdır; çünkü kendi bedeni de dahil olmak üzere varolan her şey ve bunlardan doğan eylemler, onun bilincini merkeze alarak onun etrafında gerçekleşir. Thomas’nın içinde bulunduğu bu evren, kendi içinde varolan evrene dair sonsuz sayıdaki muhtemel algılamalardan yalnızca biridir. Bu yüzden bu gerçek bir evrendir ve dolayısıyla o, gerçekte okuyucununkine paralel bir evrende yaşamaktadır. Ancak Thomas bunun bilincinde değildir. Çünkü böyle bir bilince sahip olması, diğer evren tasavvurlarından en az biri hakkında fikir sahibi olması anlamına gelir ve bu da kendi evrenini kurgusal hale getirir.

Bu durum, Thomas ile okurun evreni arasında kalıcı bir bölünme yaratır. Bu bölünme yazarın kullandığı dil düzeyinde kendini gösterir. Yazar sudan ya da kitaptan bahsederken, okurun yaşadığı evrene dahil olur, onun evren algılamasına eklemlenir. Fakat, varlığı çevreleyen akışkan bir madde ya da diziler oluşturarak sıralanan işaretler söz konusu olduğunda, yazarla birlikte okur paralel bir evrene geçiş yapar. Thomas’dan farklı olarak, okur düzeyinde paralellik düşüncesi oluşur kaçınılmaz olarak. Çünkü okur, Thomas’nın evrenini kendi evrensel tasavvurunu oluşturan araçlardan yola çıkarak kavrar. Böyle bir kavrayışı sağlayan en önemli ve belki de tek araç dildir. Başka türlüsü de mümkün değildir; aksi taktirde okur, tam bir bilinmezlikle karşı karşıya kalır. Zira böyle bir varsayımda, Thomas’nın kendine özgü bir biçimde algıladığı evren, okurun kullandığı dilin dışında bir yöntemle soyutlanmış olur ve bu durumda Thomas sonsuza dek karanlıkta kalır.

Dil olgusu üzerinden soyutlama işlemi, Karanlık Thomas’yı okur için anlaşılır kılar. Okurun paralel bir evrene kendi dili üzerinden ulaşması ilk bakışta paradoksal gibi görünebilir. Ancak burada paralelliği oluşturan şey, söz konusu soyutlamanın niteliğidir; yani aslında paralel olan şey bir gerçeklik olarak evren değil, Thomas’daki dil olgusunun bu evreni soyutlama biçimidir. Denize giren Thomas suyun varolmadığından kesinlikle emindir ve bu yüzden yüzme eylemi onun için anlamsızdır. Varolmayan şey suyun kendisi değil, suyla kurulan konvansiyonel ilişkidir. Böylelikle paralel bir “su” varlığı ortaya çıkar ve Thomas, su olmayan bir şeyin içinde yüzme olmayan bir eylem gerçekleştirir. Suda oluşan boşluğun Thomas’nın bedenini oluşturması ise bu paralelliğin olgusal alana uygulanma biçiminin bir sonucudur.

Thomas’nın dil olgusu karşısındaki tavrı, onun evren tasavvurunun bir sonucudur. Etrafını çevreleyen tüm diğer şeyler gibi, dilsel kullanım da bu yeni boyuta geçişle birlikte geçersizleşir. Böyle bir boyutta, dilsel göstergeler belli bir temsiliyet sisteminin bileşenleri olmaktan çıkıp başlı başına birer gönderge haline gelirler. Harfler ve sözcükler bu niteliklerinden sıyrılırlar ve Thomas’yı çevreleyen nesneler dünyasına dahil olurlar. Böylelikle herhangi bir varlığın uyguladığı etkiye benzer bir biçimde, bu nesneler Thomas üzerinde etkili olurlar ve Thomas yazı tarafından okunur. Bu okunma eylemi, söz konusu etkiye karşılık oluşan tepki ve eylemlerin Thomas’nın bedeninde yer edinmesi şeklinde gerçekleşir: Thomas karşısında gördüğü varlıkların kendisi üzerindeki eylemleriyle mücadele eder; bu mücadele içerisinde dil kendini gerçekleştirir ve bunun sonucunda anlam ortaya çıkar.

Thomas’nın geliştirdiği bu tavır etrafını çevreleyen her şey için geçerlidir. Bu nedenle, Karanlık Thomas’nın daha ilk bölümlerinden itibaren, Thomas’nın yaşadığı bu özgün dünyaya adım atarız ve metnin bütünü boyunca bu dünyada geziniriz. Nesneler, kişiler ve olaylar Thomas’nın özgün bakış açısıyla algılama alanına düşerler. Bu durum, olgusala yönelik alternatif bir yaklaşım olarak ortaya çıkar: Bir insanın sergileyebileceği bütün ruh halleri aynı anda bedeninde yer edinmekte ve gizil olarak her an tekrarlanmaktadır; yürüme eylemi, bedeni ayakta tutan uzuvlarda gerçekleştirilen çeşitli işlemlerdir; insanın yaptığı her şey, kendisine eklemlenen ellerin yaşam biçimini oluşturur; kendisiyle özdeş ve durağan gibi görünen bir nesne, gerçekte sonsuz bir hızla değişmektedir: Anna, kendisi olmaktan vazgeçmeden durmadan değişir.

Thomas’nın bizim dünyamız karşısındaki tutumu kimi zaman bir tür “yabancılaşma” örneği olarak görülebilir. Fakat bunun anonimleşme ya da kişisizleşme gibi bir anlamı yoktur. Burada, mutlak olmayan bir dünyanın yadsınmasıyla başlayan ve buradan çıkarak başka olasılıklara yönelen bir uzaklaşma söz konusudur. Thomas yerleşik algıdan uzaklaşmış ve çevresini sonsuz varyasyonları olan bir olasılık üzerinden algılamaya başlamıştır. Fakat niteliği ne olursa olsun, işleyiş kazanan bu olasılık dış evreni şu veya bu şekilde karşılar. Bu açıdan bakıldığında, Thomas’nın suyla kurduğu ilişki patafiziktir ve yukarıda sözü edilen yabancılaşma görüntüsü, okurun dünyasıyla Thomas’nın patafizik evreni arasında oluşan mesafenin bir ürünüdür. Okur serin bir denizde yüzerken, Thomas etrafında devinen yoklukta hareketsiz kalarak yol alır.
.
(Daha önce Borges Defteri'nde yayımlanmıştır.)