16 Nisan 2013 Salı

KENTSEL TANIKLIKLAR


İnsan yaşamı organize bir deliliktir. “Zararsız bir delilik” diyor Demir Özlü son kitabında. Bu deliliğin tarihi üst üste konulan birkaç taş, birbirine tutturulan eğreti ağaçlar ve kabaca uzatılmış yüzeylerle başlıyor. Taşlar düzeldikçe, ağaçlar yontuldukça ve yüzeyler inceldikçe, bu tarih geri dönülmez bir yola girmiş oldu. Tedirgin ama kararlı sayısız ellerin yolculuğudur bu.
Bu yolculuğun vardığı son noktada, insanoğlu, kendi ellerinden çıkan ama artık tanıyamadığı kentlerin sokaklarında buldu kendini. Bir kavram olarak kendisinin yarattığı, olgusal olarak yaşadığı, fakat bir gerçeklik olarak yabancılaştığı kentler.
İnsanlar kentleri yaratır. Kimsenin hatırlamadığı zamanlarda başlayan bir hikayeyi anlatır gibi. Herkes bu hikayeye kendinden bir şeyler ekler ve yeni halleriyle geleceğe taşır. Önünde Boş Bir Uzam’da anlatıcı, Berlin kentinin uzayıp giden hayatında, bir noktada bu hikayeye katılmıştır. Bir zaman ondan ayrılmış, sonra yeniden dönmüştür. Ve şimdi bir kez daha kentin sokaklarındadır. Bir yandan geçmişi dinlerken, bir yandan da şimdiyi anlatır. Eski izlerini bulur, yeni izler bırakır. Kent biraz da odur artık. Kendi kendine anlatılır…
İnsanlar kentleri yaratır; ama bu yaratılış anına tanık olanlar ve onların tanıklığını dinleyenler yok olup gittiğinde, kentler adeta kendi başına gerçekleşen birer varlık görünümünü alırlar. Sanki kendiliğinden topraktan yükselen yeryüzü şekillerine dönüşürler zamanla. An geçtikçe oraya köklerini salar ve hep oradaymış gibi görünürler insanlara. Bu andan sonra artık kent insanları yaratmaya başlar. Bu kuşatıcı uzamda biten ya da oraya akan herkes onun ellerinde şekil alır, oluşur, dönüşür. İnsanlar sonsuz kolları olan zincirler halinde birbirlerine eklenir ve bu devasa zincir bitimsiz bir biçimde uzayıp gider.  
Yaşam kent kılığına bürünerek insanın kanına girer ve bir virüs gibi onun varlığı içinde yayılır. Bu hastalıktan kurtulması neredeyse imkansızdır artık. Kent insanın yakasından tutar, onu parçalara ayırarak kendi içinde dört bir yana savurur. Gittiği her yerde kendisinden bir şey vardır artık. Her bir parça bir yerlerde asılı kalan birer anı halini alır. Kimi zaman kendini hatırlatan, yeniden yaşatan ya da geri dönmemek üzere unutulan anılar. İnsan, varlığı son bulana kadar, kentin damarlarında dolaşır, etrafa dağılan parçalarını yeniden bulur, onları bir araya getirir, kendini tamamlar. Bazıları sıradan küçük şeyler iken, bazıları bütüncül, temel ve vazgeçilmezdir. Ve rafine bir takım hatıralar türlü vurgularla kendilerini duyumsatır. Ama anılar hatırlanmasalar bile, kimse onları yeniden canlandırmasa bile, kentin bir yerlerinde yaşamaya devam ederler. Kendi başlarına anlatılıp dururlar. Ta ki o kent yok olup gidene kadar.
Önünde Boş Bir Uzam’da anlatıcının yaptığı da budur. Ve bunu yaparken bir yandan da yeniden parçalara ayrılarak kentin sokaklarına yayılıyor, yapılarına bulaşıyor, havasına karışıyor. Her seferinde kendisinden yeni bir şeyler bırakıyor oraya; ama aynı zamanda yeni bir şeyler alıyor ve böylece giderek sonsuz bir biçimde kentin varlığına katılıyor. Artık daha fazla yerde, daha fazla şey olmaya başlıyor. Ve her seferinde bütün bunlar katlanarak gidiyor.
Anlatıcı kenti yaşarken, başka kentleri, sokakları ve yapıları da beraberinde taşıyor. Zira o birçok kente, sayısız sokaklara, yapılara ve yollara dağılmıştır. Onlarla yan yana, uç uca, iç içedir. Tıpkı eski zamanlarda anlatılan büyücüler gibi, aynı anın içinde farklı yerlerde belirir, farklı şeyler yapar. Anlatıcı yalnızlığı içinde yol aldıkça, başka tanıklıklar ona eşlik eder. Bir zamanlar kente izlerini katmış kimselere ait tanıklıklar. Ve anlatıcı kendi kentsel varoluşuyla onların tanıklığına tanık olur. Yol aldıkça büyük şairlerin, yazarların ve düşünürlerin hikayelerini dinler. Kent kendi varlığına eklenen o büyük isimlerle bir daha büyür, yücelir. O yüceldikçe anlatıcı giderek bir nokta halini alır ve onun siluetinde erir gider. Bir yandan da onun büyüklüğüyle donanır, anlam kazanır. Yalnız kendisinin ayrımsadığı bir anlam.
Kent yalnızca büyük insanları, muazzam yaşamları ve devasa anıları barındırmaz. Yalnızca onları anlatmaz. Bir zamanlar kendi varlığına eklemlenen, onun devasa bedeni üzerinde akıp giden herkese dair söyleyecek sözleri vardır. Yeni gelenlere, oradan geçip gidenlere onların hikayelerini anlatır. Her birinden yaşanmış birer parça kalmıştır bir yerlerde. Kimi zaman birer vaka olarak, kimi zaman ise yapılarda ve sokaklarda yer eden birer iz olarak. Beklenmedik bir anda, trajik bir kopuşla kendisinden göçüp giden, yaşadıklarından çok yaşamadıklarıyla kendi bedeninde ve tarihinde iz bırakan insanların anılarını itinayla saklar. En acımasız gerçekleri en ufak bir sıkılma duymadan döker ortaya. Bilmek isteyenlere bildirir, anlamak isteyenlere anlatır (kaldırımlarda sarı harflerle yazılmış isimler).  
Anlatıcı sokakları, yapıları ve yollarıyla kendinden emin bir şekilde karşısında dikilen, geçmişte ve bugün kendi bedeni üzerinde devinen varlıkları umursamadan, kendi öz yaşamını sürdüren kentin ezici varlığını hisseder. Bizzat yaşadığı, tanık olduğu veya kente dair bildiği tüm diğer şeylerle birlikte: Hüzünlü, acı veren, buruk ya da kimi zaman mutlu şeyler. Bu varlık hali onda sıkıntılı bir yazma süreciyle kendini gösterir. Kent kılığına bürünen yaşam ona kendisini dayatır. Uğradığı şeyleri anlatma, sonsuzluğu ve geçiciliği aynı anda duyumsatan bir kentteki sonlu varlığını, bu varlığın tanıklığını dile getirme ihtiyacı ve arzusu bir yük halini alır. Bunun yanında, kendi geçmişi, bir zamanlar peşine düştüğü tasarımlar, o tasarımlarla çelişen, çatışan bir şimdiki zaman ve bunun insanlık üzerinde bıraktığı ezici etkiler başka bir sıkıntı halinde belirir. İşte böyle bir süreç içinde, anlatıcı kendi varlığından süzerek kenti anlatır; bir yandan kendi payını alırken, bir yandan da hesabını vermeye çalışır.
Her şey gibi kentlerin de bir sonu vardır anlatıcı için. Bir kente ne zaman ve nasıl başladığının, onu nasıl taşıdığının bir önemi kalmamıştır belki de. O şimdilik bittiği noktadadır; yeniden başlamak umuduyla. Soyut bir varlık ya da bir takım duygulanışlar halinde, kenti ve ona dair tanıklıklarını yanına alarak çekip gider. Tanık olunan şimdiki anlar birer hatıra olmaya başlar artık. Kent bir anı haline bürünerek göç eder anlatıcıyla birlikte. Artık uzaklarda, başka uzamlarda yaşamaya başlar. O uzam ki nerelere varacağı, nasıl bir sona uzanacağı bilinmez. Geçmişle ve şimdiyle harmanlanmış bir özyaşamöyküsünün geleceğe doğru aktığı tozlu, belirsiz ve kaçınılmaz bir yoldur. Kesin olan tek şey, o yolun yaşanacak olmasıdır.   

(Not: Sarnıç Öykü dergisinde yayımlanmıştır.)