9 Mart 2014 Pazar

FRAGMANLAR

# Her hayvan bir üst-hayvandır; bir balık üst-balıktır, çünkü balık oluşu en üst düzeyde yaşar, her şeyiyle ideal bir balıktır o. Peki ya üst-insan? İnsan üst-insanın nasıl olacağına kendisi karar vermeye çalışıyor, bu yüzden de bir türlü karar veremiyor... Bana kalırsa, üst-insana en yakın durum anarşizmdir. Her türlü otorite, baskı ve denetimden kurtulacağı için. Anarşizmde denetim dışarıdan değil, içeriden gelir, içsel bir tutumdur... 

# Her insan, insan olmakta uzmandır; nasıl insan olacağını bilmeyen yoktur; tıpkı bir kuşun kuş olmayı iyi bilmesi gibi... 

# Çalışma ile hayatta kalma arasındaki bağın kopması, kopuşun derinleşmesi ve kural haline gelmesi; yabancılaşma, yapaylaşma, uygarlaşma. Doğada çalışma ile hayatta kalma iç içe geçmiştir, aynı anda yaşanır; on saat çalışıp bir saat yaşamak yoktur orada. Bir kuş ya da balık kendi vaktine tümüyle sahiptir, hakimdir. Karnını doyururken de, doyurduktan sonra da vakit tamamen ona aittir...
Kuş ya da balık yaşama uğraşını yaşamın dışına çıkarmaz; süblimleştirmez, metafizikleştirmez; yaşama yaşam olmayan yollardan ulaşmaz. Oysa biz bu bağı neredeyse tamamen koparmışız; yaşama ve yaşama uğraşına yabancılaşmışız; yaşamı metafizikleştirmişiz. Nerede yetiştiğini bilmediğimiz buğdayla yalnızca marketteki ekmek olarak ilişki kurarız ve ekmek için de yine ekmekle ilgisi olmayan işlerde çalışırız...
Bizim trajedimiz bu galiba. Kendi vaktimize ve yaşama uğraşımıza ne denli yabancılaşıyorsak, o denli bağımlı ve köle haline geliyoruz. Ve bunu toplumsal iş bölümü diye yutturuyorlar. Artık en ufak bir ihtiyacımızı dahi kendimiz karşılamaktan aciziz. Bizi köle yapan da bu. Sınırsız olarak dallanıp budaklanan bu sahte iş bölümüne dahil oldukça tam donanımlı bir tüketici/müşteri haline geliyoruz. Büyük ve ölümcül bağımlılık...
Bize dayatılan ihtiyaçlar arttıkça bu iş bölümü de artıyor, derinleşiyor, her bir "ihtiyaç" için yeni işbirlikleri içine giriyoruz... Kültürü reddedelim demiyorum; bu teorik olarak paradoksal bir şey zaten; yani imkansız. Demek istediğim, yaşamla, ekmekle, suyla doğrudan yani "samimi" bir ilişki kuralım. Yaratılan sisteme değil, yaşamın kendisine bağımlı olalım. Kendi zamanımıza ve yaşamla olan bağımıza sahip çıkalım. Elimiz buğdaya, suya, toprağa değsin; ve bunu kolektif olarak yapalım; zorunlu olarak değil, gönüllü olarak bir araya gelelim...

# Devlet, halk, millet, milli irade nasıl işliyor? Topluluktan topluma geçiş, soy zincirinden ittifaka geçiş; ama bu geçişte ittifakların soy zinciri görüntüsü altında sunulması, metafizikleşen soy zinciri. Eskiden despot veya kral soy zinciri çizgisinde egemenliğini sürdürürken, yönetilenler metafizik bir soy zinciriyle, ama aslında ittifak dayatmasıyla ona bağlanırdı. Bugün bu işlem modern Devletle devam ediyor. Demek ki mesele bireyin ölümünden sonra onun toplumsal olarak yeniden yaratılması, onun çeşitli ittifaklar biçiminde metafizik bir soy zincirine bağlanması; bu zincire bağlanan "bireyin" üzerinde yapılan kolektif/yasal yatırımlar: muhafazakarlığın, milliyetçiliğin, ırkçılığın, kapitalist hegemonyanın temel dayanağı; devlet, toplum, halk, milli irade vs. buna yaslanıyor hep. Bunun bir sonraki aşaması ise küresel metafizik soy zincirinin inşası yani İmparatorluk, ki şimdiden bunu yaşıyoruz zaten. O halde işleyişi sağlayan şey metafizik soy zincirinin yaratılmasıdır; bireyi topluma ve sisteme bağlayan şey ittifak değil, bu soy zinciridir. Zincir koptuğunda ittifak da bitecek. Zaten bu zinciri koparanlar muhalif oluyor, sosyalistler, feministler, anarşistler vs. sistemle çatışmaya giriyor derhal; ittifak havaya uçmuş oluyor çünkü...
# Biz konuşurken neler olur tam olarak? Nasıl konuşuruz? Aslında her şey seçmekten ibaret. Gündelik konuşmalarda, bu seçimler neredeyse ışık hızında ve sanki bilinçsizce yapılır. Dikey ve yatay seçimler. Dikey doğrultuda sözcükler sonsuzca alt alta sıralanır; ve bu dikey doğrultular da çok sayıdadır, sonsuzca yanyana sıralanır. Biz söylemek istediğimiz şeye yani ihtiyacımıza göre dikey doğrultulardan seçimler yaparız; inanılmaz bir hızla yaptığımız her seçimi inanılmaz bir hızla yan yana dizeriz; böylece yatay bir doğrultu yani sentagmatik hat oluşur. Oluşturduğumuz yatay dizi bizim konuşurken söylediğimiz şeyin kendisidir. Gündelik konuşmalar böyle yüksek hızda seçimlerden ibarettir. "Şu kalemi bana ver" dediğimizde, "şu kalemi bana ver" cümlesini, cümlenin oluşumunu düşünmeyiz; sonsuz hızda, bir tür alışkanlık halinde, kendiliğinden konuşuruz. Ama üzerine düşünerek konuştuğumuzda ya da yazı yazarken yavaşlarız; seçim yapma hızımız azalır; dikey hattaki her bir sözcüğü özel olarak seçeriz; bu yavaşlama yatay dizide de yaşanır; yaptığımız dikey seçimleri yine özel tercihlerle yanyana sıralarız. Böylece ortaya üzerinde düşünülmüş fikirler çıkar. Teoriler, makaleler, felsefe ve sanat metinleri böyle oluşur.. Konuşmanın dışında, aynı şey kendi kedimize düşünürken de geçerlidir. Daima seçimler yaparız; fakat konuşmanın aksine, düşünürken sözcükleri değil imgeleri, izlenimleri, duyumsamaları seçeriz; bunları karşılayan sözcükler konuşurken veya yazarken ortaya çıkar...
Öğrenme dönemi ve karar verme dönemi: Çocukluk öğrenme dönemidir; temel düzeyde, kültürel ve sosyal olana adapte olmayı öğrenmek; insan için bu dönem gerekli ve kaçınılmazdır.. Yetişkinlik ise karar verme dönemi, yani öğrendiğin tüm şeylerden sonra bireysel olarak karar verecek noktaya gelmek. Bu aşamada hâlâ bireysel kararlar alamıyorsak, sistemin/toplumun büyük denetimi altında oluruz; düşünceler, davranışlar, eylemler ve sözler sistemin belirlediği kodlar ve ölçülere göre oluşur; sadece kodlara uyan akışlara izin verilir; neyin gireceği neyin çıkacağı bellidir. Kodları kırmaya, çarpıtmaya veya aşmaya çalıştığımızda bir "sapma" olarak damgalanırız; biz bu sapmayı muhaliflik olarak yaşarız. Artık bize öğretileni değil, kendi irademizle karar verdiğimiz şeyi yaparız. Politik düşüncemiz, insana dair bakışımız, ilişki biçimlerimiz, yaşam tarzımız, davranışlarımız, sözlerimiz ve düşüncelerimiz buna göre şekillenir; ardından sistemle/toplumla çeşitli yoğunlukta uyuşmazlıklar, "çatışmalar" başlar; en basit gündelik davranıştan en kritik politik durumlara kadar.. Öğrenme dönemini aşamadığımız, bu döneme saplanıp yalnızca bize öğretilenlere göre hareket ettiğimiz sürece bir toplumsal "ürün" olarak yaşarız; karar verme dönemine geçtiğimizde birey olmaya başlarız...