Edebiyat nedir? Bir klişe: Edebiyatçı sayısı kadar edebiyat tanımı vardır. Edebiyatçının durduğu ve baktığı yer onun gözünde edebiyata anlamını verir.
Sayısız tanımlar içinde bir tanım olarak, edebiyat bir fikir ve
üslup arayışıdır diyebiliriz. “Ne anlatmalı” ve “nasıl
anlatmalı” soruları etrafında gerçekleşir. Bu sorular edebi
bir kaygının ürünü olabileceği gibi, edebiyatçının
motivasyonunun ürünü de olabilir. Her edebiyat metni fikir ve
üslup içerir. Bir metnin başka koşullarda oluşma imkanı yoktur.
Fikir ve üslup arayışı ayrı ayrı veya bir arada bulunabilir.
Birinci durumda, metin verili bir üslup üzerinden doğrudan doğruya
“ne anlatmalı” sorusuna odaklanır. İkinci durumda ise “ne
anlatmalı” sorusuna “bu şeyi nasıl anlatmalı” sorusu
eklenir. Yazılı metne dışarıdan baktığımızda, üslubun
kendisi de fikir arayışının ürünüdür kuşkusuz; “nasıl
anlatmalı” sorusunun doğurduğu fikirsel bir buluştur. Fakat bu
durum metnin kendi gerçekliğinin dışında kaldığından
(paratextuel), metnin gerçekleşme süreci bağlamında fikir
arayışı ve üslup arayışı şeklinde bir ayırım yapmamız
gerekir. Elbette ki, yazar kullandığı veya keşfettiği üslubu
bizzat metnin içinde anlatabilir (metatextuel), ancak bu da artık
metne dahil olduğundan fikir-üslup ayırımı varlığını korur.
Fikir arayışı bir metinde anlatılan tüm şeylere dairdir: Ana
tema, olaylar, kişiler, mekan, zaman gibi oluşturucu unsurlar
(bunlardan bazıları veya hepsi). Üslup ise tüm bunların ve
dolayısıyla metnin içine girdiği kalıptır, gerçekleşme
biçimidir. Sözgelimi, yürüyen bir karakteri anlatan bir romanda,
karakterin kişisel özellikleri, yürüdüğü mekân, çevresindeki
nesneler, yürürken yaptığı şeyler fikirsel boyutu oluştururken,
bunların metinde hayata geçirilme biçiminin gerçekçi,
gerçeküstü, yalın, karmaşık, doğrusal, çok katmanlı,
alegorik, metaforik vesaire olması üslubu oluşturur. Metni meydana
getiren unsurlardan herhangi birinin varlığı ve nitelikleri
fikirden kaynaklanabileceği gibi, üslubun da sonucu
olabilir.
Sanatsal bir etkinlik olarak edebiyat yoluyla bir şey anlatma
ihtiyacı veya isteğiyle hareket ettiğimiz anda üslup denilen şey
kaçınılmaz olarak oluşur. Yazar bir üslup yaratmak zorunda
kalmadan, içinde doğduğu edebiyat dünyasında şu veya bu üslubu
hazır olarak bulur. Zira anlatmak istediği şeyi şu veya bu biçim
üzerinden anlatmak durumundadır; bu her şeyden önce mantıksal
bir zorunluluktur. Bu durumda, genel olarak yazarı harekete
geçiren ilk şey fikirlerdir diyebiliriz. Ayrıca yazar,
kendisindeki motivasyonun niteliğine göre, hiçbir zaman yeni üslup
arayışına girmeden yalnızca anlatma ihtiyacına odaklanabilir. Bu
durumda fikirler arayışın yegâne nesnesidir ve üslup, anlatımın
üzerine yerleştiği verili bir zemin olarak belirir.
“Nasıl anlatmalı” sorusuyla birlikte üslup arayışı kendini
gösterir, demiştik. Bu aynı zamanda bir estetik sorunudur. Bu
arayışın nedeni yazarın kendini daha iyi veya daha etkili ifade
etme ya da kalıcı olma arzusudur. Kimi zaman, içeriğe dair
fikirsel buluşlar yeni anlatım biçimlerini dayatabilir; yazar “bu
meseleyi ancak şu şekilde anlatabilirim, başka türlü olmaz”
der ve böylece üslup arayışı işlenen fikrin zaruri bir sonucu
olur; fikirsel buluş yeni bir estetik yaratır. Kimi zaman da üslup
arayışı içeriğe dair yeni fikirler dayatır; üsluba uygun
fikirler; sözgelimi absürt bir anlatım biçimi absürt fikirler
yaratır ya da büyülü-gerçekçi anlatım kendisine uygun olaylar,
nesneler, karakterler doğurur.
Fikir ve üslup arayışları farklı koşullarda farklı anlamlar
taşır kuşkusuz. Üslubun kendini bir kanon olarak dayattığı bir
edebiyat sonuç itibariyle neredeyse bütünüyle bir fikir
edebiyatıdır, yani “ne anlatmalı” sorusu etrafında şekillenir
(sözgelimi klasik dönem). Böyle bir ortamda edebiyatçı üslubu
hazır bulur ve içeriğe odaklanır. Yeni bir üslup arayışından
söz edilemez, zira edebiyatçının kanonun dışına çıkması
beklenmez veya bu yöndeki arayışlar kabul görmez. Eski ile yeni
arasındaki tartışmaların nedeni de burada yatar. Bu durumda,
edebiyat kurallı ve kontrollü bir süreç içerisinde kendini
gerçekleştirir.
Üslup arayışı verili bir edebi akım içerisinde olabileceği
gibi, yeni bir akım olarak da gerçekleşebilir. Hakim bir edebiyat
anlayışının belirleyici olduğu durumlarda, eğer bir üslup
arayışı varsa mikro düzeyde kalır ve çeşitli değişkeler
şeklinde kendini gösterir. Bu arayışlar birleşerek makro düzeye
ulaştığındaysa, yeni bir akım doğururlar. Bununla birlikte, ani
ve bütünsel dönüşümler de mümkündür. Yazar yepyeni bir üslup
yaratmak üzere yola çıkabilir. Üslup arayışı daha iyi ifade
etme aracı olmanın ötesine geçerek doğrudan doğruya bir amaç
haline gelebilir. Böylece, anlatılmak istenen şey çoğunlukla
ikinci planda kalır ve üslup birincil hâle gelir.
Ancak, yeni bir akım yaratan “nasıl anlatmalı” şeklindeki
arayışlar kristalleşip genelleşmeye ve ardından yerleşik bir
nitelik kazanmaya başladığında, üslup bir kez daha verili hâle
gelir. Bir kez daha, yazarın nasıl anlatacağı temel itibariyle
belli olduğundan, fikir arayışları yeniden ön plana çıkar.
Sözgelimi, zaman içinde yeni bir anlatım biçimi olarak ortaya
çıkan sürrealist/fantastik eserlerde belli bir evreden sonra
genellikle benzer bir üslubun kullanılması, fikirsel buluşların
yeniden odak noktasına yerleştiğini gösterir.
Edebiyat tarihi açısından bakarsak, on dokuzuncu yüzyılın
sonlarında ve yirminci yüzyıl boyunca üslup arayışları doruk
noktasına ulaşır ve yepyeni anlatım biçimleri keşfedilir.
Gerçeküstücülük, dadaizm, absürdizm ve benzeri akımlar bu
arayışların en çarpıcı şekilde kendini gösterdiği
alanlardır. Nouveau Roman kurgu ve anlatım teknikleriyle bambaşka
bir edebiyat anlayışı yaratır. Sanatsal bir etkinlik olarak
edebiyatta kurallar bütünüyle ortadan kalkarken, kuralsızlık
temel bir tutum haline gelir ve her yeni edebi girişim yeni bir
üslup olarak kendini gösterir. Asıl önemlisi, yirminci yüzyıl
boyunca fikir ve üslup arayışlarının çoğunlukla bir arada var
olmasıdır. Bu ikisi neredeyse kesintisiz bir biçimde devam eder;
birleşerek yol alır, birbirini doğurur, şekillendirir. Postmodern
dönemde üslup arayışı edebi metinlerin adetâ varlık nedeni
haline gelir. Deneysel edebiyat girişimleri bunun en somut
örneğidir: Yazar nasıl anlatmalıyım diyerek yola çıkar ve
birçok durumda onun yazmasının tek nedeni budur. Özellikle Batı
edebiyatı söz konusu olduğunda, üslup arayışlarının ve kimi
zaman üslup savaşlarının edebiyatın temel devindirici
güçlerinden olduğu görülür. Bugün geldiğimiz noktada ise,
yeni üslup arayışları edebiyat dünyasında kendini
gerçekleştirmenin ve öne çıkmanın temel koşulu olmuştur
diyebiliriz.
Edebiyatın tarihsel olarak sergilediği gelişimi bir farklılaşma
süreci olarak değerlendirdiğimizde, edebiyat tarihi fikir ve üslup
arayışlarının toplamıdır
diyebiliriz. İç içe geçen ya da tümüyle bağımsız duran edebi
girişimler silsilesi. Bu arayışlar ve girişimler edebiyatın
evrimsel boyutunu oluşturmuştur. Ne anlatmalı ve nasıl anlatmalı
soruları varlığını sürdürdüğü sürece bu evrim devam
edecektir.
Burada söylediklerimizi diğer sanatlar için de söyleyebiliriz
kuşkusuz. Resim, heykel, sinema ve tiyatro sanatının tarihi bir
arayışlar ve buluşlar tarihidir.